İdil Tulun: TÜKETİCİYİ KANDIRMAYA YÖNELİK SATIŞ DÜNYAMIZ

Yaklaşık bir aydır mikrodalga fırın almak için piyasa araştırması yapıyordum. Birkaç da model beğenmiştim. Bugün "Artık zamanı geldi" diyerek son bir kez internet fiyatlarına baktıktan sonra, "Bi...s"e* gittim.
Bi' baktım; internette yazan fiyatlarla mağaza fiyatları arasında, tüketici aleyhine 30 - 40 lira fark var.
Sordum:
- Niye böyle farklı? İnternette daha ucuz görünüyor, aha bu da fotoğrafı, sitenizden çektim. Cört diye telefonumdaki fotoğrafı açıp gösterdim.
Görevli:
- İnternetten alırsanız kargo fiyatı da ekleniyor. Aynı fiyata geliyor ama buradan alınca hem görerek alıyorsunuz hem de kargo ücretsiz.
- İyi, dedim; görerek almak kısmıyla ilgili cümlenin saçmalığını es geçerek. Üstelik kargo fiyatının kurgulanmasında da bir yanlışlık vardı. Ürün; satın alındıktan sonra, "Galapagos Adaları" üzerinden servis ediliyor olabilir miydi? "Aynı fiyat" esprisini de anlamamıştım.

Bir de yakındaki Mediamarkt'ı göreyim diye düşündüm.
Orada belki daha güzelini bulabilirdim. Gittim de...
İsteğime uygun bir şey bulamayınca Bi...s'e geri döndüm.

Dedim:
- Ben o marka, o model mikrodalgayı alıyorum.
Görevli:
- Bence şu ürünü alın... Daha özellikli... Biraz daha yüksek fiyat ama 10 sene de garantili.
Görebileceğim en yakın yerden baktım. Üzerindeki kocaman "10 year warranty" yazısını seçince söylediği mantıklı geldi.

- Tamam, o olsun!
Hem seramik iç daha sağlıklıydı. Emaye gibi saptanmış bazı zararları yoktu. O olsundu.

Ardından birkaç ufak elektronik eşya daha aldım.
Sordum:
- Kargo ne zaman gelir, bugün mü yarın mı?
Görevli demez mi: "Kargo yok!"
- (Lan ...) Nasıl olur? dedim Az önce geldiğimizde "Kargo ücretsiz" dediniz.
Dedi ki, "Siz kendiniz götürdüğünüz için ücretsiz.".
Bu akla ziyan açıklamayı duyunca:
- E o zaman internetten alırdım. Siz az önce böyle demediniz. Şu an cümleyi değiştiriyorsunuz.
Görevli, "Hık mık" gibisinden bir şeyler geveledi.
- Şimdi hem yüksek fiyat ödeyeceğim hem de taksiye para vereceğim. Ne anladım bu işten ben? Bu ikinci kısmı içimden dedim tabii.

Çok sinirlenmiştim. Bu tip laf oyunlarına hep sinirlenirdim. İnsanı aptal yerine koymaktı bu... İki gıcık laf edip malı oradan almadan çıkmaktı mantıklısı. Ama sonra düşündüm. Bu model kadar güzelini bulamamıştım başka yerlerde, bulsam da genelde alışverişte şansım olmadığından, teşhir ürünü olup depoda kalmamış olurdu. Üstelik yine, git gel mağaza dolaşmam gerekecekti. Bu tip şeyler için pek zamanım da yoktu.

"Gelmişken işi yokuşa sürmenin âlemi yok!" diye düşündüm. Üstelik ben bir şeyin o gün olmasına karar verdiysem başka güne kaydığında acayip sinir olurdum.
Dedim:
- Alıyorum! Aldım, çıktım; ama sinir oldum.

Gece eve geldiğimde, garanti belgesini açtım, okudum. 2 sene garanti yazıyordu. İyice uyuz oldum. 10 yıl garanti de büyük ihtimalle başka bir şey içindi. Paketi açıp yazıya yakından bakma imkânı bulunca, tongaya bastığımı anladım.

Açıkça görülen o ki, 
tüketiciyi kandırma yolunu seçerek satış yapmaya yönelen bir sistem var. Bunu; cep telefonu hattı, internet bağlantısı, uydu tv, dijital kanallar vb gibi "hede hödöler"de sık sık deniyorlardı. Artık cılkını çıkarmışlar.

Vaatler doğru çıkmıyor. Tamamen laf kalabalığıyla kamufle edilmiş gerçek dışı anlatımlardan ibaret, kirli satış teknikleriyle müşteri kandırılıyor.
Kime, neye güveneceğiz belli değil...
Sonuç, bir bardak soğuk su misali...

Eve gelince ilk kez mikrodalga görmüş masum ortaçağ aydını hâlleriyle makineye yemeği koydum. Isıtırken birden, Jeff Goldblum'un The Fly/ Sinek filminde teleportasyon aletinde et ısıtış anı geldi aklıma.
Bi' an tedirgin oldum, ta ki "bip bip bip" sesiyle yemeğin ısındığı sinyaline kadar. 

Sonra da tüm bu sıkıntılara boş vermeye çalışıp, tabağımı alıp salona gittim. 
Koskoca günden geri kalan, kandırılmış olmanın buruk tadıydı.



*Bi...s: O satırda firmanın adını açıkça yazmama nedenim, nezaketimdir.
Ben ya da yakınlarım, aynı
 
firmada bir daha benzer muameleyle
karşılaşırsak; hem adını afişe edecek hem de dava açacağım. 

 İdil Tulun

Günay Tulun: EY LA KAPO DE LA ŜTELİSTOJ! Vi Venis Vi Vidis Vi Ŝtelis!


Aşağıdaki yazının, böyle ciddi bir gazetede ne işi var diyeceksiniz, biliyorum. 
Lütfen acele etmeyin, okuyun, kararınızı ondan sonra verin. 
Bana kalsa tam yerini buldu diyeceğim ama...
* * *
Nereden aklıma takıldı bilmiyorum ama, sabahtan bu yana, geçende yaşadığım bir olayı hatırlayıp durdum. 
Aynıyla vaki...

Şen şakraktılar. 
Deniz otobüsü hızla Yalova'ya doğru yol alırken, onlar da ne kadar yüksek perdeye çıktıklarının farkına varmadan, kaptırmış konuşuyorlardı. Biri teknenin sağ yanındaki sıraların en solunda, diğeriyse ortadaki sıraların en sağındaydı. Binenler bilir, arada yolcuların geçmesi için bir boşluk vardır. Belki bu yüzden belki de sürekli olarak "A Ka Pe ve Kadir Topbaş" reklamı yapan dâhili televizyonun şamatasını bastırmak ve ne dediklerini birbirlerine duyurmak için böyle bağırışıyorlardı.
Sağdaki sırada oturan: 

- İsim işi n'oldu?
Ortadaki sırada oturan: 

- Yarın sabah mahkemem var. O yüzden bugünden gidiyorum.
Sağdaki: 

- N'apıcan, yeni bir şey falan?
Ortadaki: 

- Yok yok, yalnız onu sildiriceğim. Göbek adım kalacak.

Oturduğum koltuk, isim değiştirecek olanın solundaydı.
Diğeri sohbete katılımı artırmak ister gibi etrafına bakındı. Bir an bakışlarımız kesişti, yakalanmıştım. Muzip bir ifadeyle bulaştı: Adı ne biliyor musunuz?
- Tanışmadık, dedim gülümseyerek.

- O hâlde tanıştırayım! Recep Bey... Ben de Fatih...
- Memnun oldum, diye uzattım elimi. Art arda ikisiyle de tokalaştım.
- İsmini neden değiştireceğini anladınız mı?
- Yanılmıyorsam, dedim. Recep?..
- Aynen, dedi. İkisi de gülüyordu. 

Fatih Bey:
- Recep ne demek, anlamını bilir misiniz? Sözlük anlamını düşünmeyin sakın. Gırgır tarafından bakın. Bilirseniz Yalova'ya iner inmez benden size bir duble çay ya da kahve!
- Hah, dedim. Böyle acayip işler için tam adamını buldunuz. "Re" birçok dilde, tekrar anlamındaki repeat ve répété gibi sözcüklerin kısaltılmışı olarak kullanılıyor. Örnek vereyim... Hay Allah! Aklıma "return ve reorganization"dan başka sözcük gelmiyor. Neyse... "Cep" ise malum, para vesair koymak için giysiye dikilen kesemsi bir şey... İkisi birlikte kullanılınca "tekrar cep" oluyor. İş oradan "cepçi"ye ve tabii ki "cebellezi"ye kadar uzanır. 

- !.. 
- Başardım mı? 
- Hayret bir şekilde...
- Çaya gelince inşallah bir başka zaman... Konferansa yetişeceğim. 

Fatih Bey:
- Hakkınız baki! 

Recep Bey: 
- Gönülden kutlarım... Eskiden "Recep" diyen arkadaşlar bile son iki yıldır, kalabalık bir ortama girdiğimizde, önce yanımdan uzaklaşıyorlar, sonra bulundukları noktadan "Recep Bey! Beyefendi!.." diye sesleniyorlar. Düşünsenize, bütün başlar size dönüyor. Önceleri ben de gırgıra vurdum. Şaka olmadık yerlerde de devam edince öyle böyle değil, bayağı bozulmaya başladım. Derken internette bu "re-cep" işini sizin anlattığınıza benzer şekilde anlatan bir yazı okudum. Okuduktan sonra da içim içime sığmaz oldu. Sonunda kesin kararımı verdim. Recep'i atıyorum hayatımdan. Bakın o yazıyı da gösterebilirim. 
Cevabımı beklemeden çantasını açıp, tablet bilgisayarını çıkardı. 
- Bakın, tespitinizin ne derece doğru olduğunu görün.
Tableti elime aldım. Yazı başlığını sonuna kadar okumadım bile... 

Yazarını doğduğu günden beri tanıyordum. Yani!.. 
Yanisi şu, o yazıyı yazan kişi bendim. "Benim" demek hava basmakmış gibi geldi. Ortamın esprili sıcaklığını bozmamak için ses etmedim, sustum. 

Bu tesadüf aklıma geldikçe gülüp durdum bütün gün.
Böyle ilginç tesadüfler hepimizin yaşamında olur.
İlginç dedim ya, aslında komik demek gerekir.
Komiğin de komiği var tabii...
Bıktırmadan, usandırmadan kısacık anlatayım hemen...


Hükûmet, herkesi gözetleyip herkesi dinletmiş. Hükûmet'in herkesi gözetletip dinlettiği kişiler, Hükûmet'i de gözetleyip dinlemişler. 
Rıdvan hem karısını hem sevgilisini hem de Tanju'yu dinletmiş.
Hükûmet, herkesi dinlemeye devam ederken öz güveni had safhaya çıkmış. Olayın çapını genişletip nasılsa fark etmezler diye, fark edebilecek kurumları da dinlemeye almış. Asker ve yargı dahil herkesi, hatta dinleme işini havale ettiği, iş ortağı Fethullah Bey ve şürekâsını bile dinletmiş.
Fethullah Bey ve şürekâsı, hemen her yerde, Hükûmet'in kendilerini konuşlandırdığı istihbarat birimleri aracılığıyla Başbakan'ı, Hükûmet'i, ana muhalefeti, yavru muhalefeti, eş başkanlı muhalefeti derken tüm milletvekillerini dinlemiş. Kendisini frenleyememiş, o da aynen Hükûmet'in yaptığı gibi, önüne geleni dinleyip kaydetmeye başlamış. 
Fethullah Bey ve şürekâsı, Tübitak aracılığıyla kriptolu telefonları da dinlemiş. Başbakan'la oğlu arasında geçen kriptolu "hampa mangır" konuşmalarını bile...
Mit, askeri dinlemiş. Jandarma da Mit'i... 

Herkes herkesi dinleyip birbirinin kuyusunu kazmaya kalkmış, hatta arada şantaj kokan işler de olmuş. Kılıçdaroğlu "bu çirkinliği halkında bilmesi gerekir" deyip halka da dinletmek isteyince Türkiye'deki tüm televizyonların ekranı penguenimtrak renklere dönüşmüş. Efendim, meğer hepsi "Prensip sahibi"ymişler (!).

Tüm bu acı olaylar dışardan bakıldığında ne kadar komik değil mi?
Komiğin de komiği olduğunu unutmayın lütfen...

"Yavuz hırsızın ev sahibini bastırması"na ne demeli? 
Çok komik gerçekten.
Sen çal sen çırp sen yığın yap sen uçan, kaçan, göçen her şeyden rüşvet al; herkese küfret herkesi tehdit et, sonra da feryat figan: Beni dinlemişler!
De get be! 
Bunlar hep senin başının altından çıkmadı mı? Yalan sende, iftira atmak sende, nifak sokmak sende, ülkeyi bölmek sende; sonra da çık: "Beni dinlemişler!.." 
Bu gerçeği dile getirenleri de "al, örsele; sakat bırak, hapise tık; fişlet"... 
Son kademense şu: Emret, öldürt; ailesinden kalan sağları da süründür.

Halkı kalaylayan da sendin. 
Korumalarına dövdüren de... 
Halkın üzerine silah sıktıran da beytülmalı soyan da... 
İşin zor. Senin de ailenin de işi zor. 
Beytülmalı soyandan hayır gelmez. 
Zulmeden tirandan da hayır gelmez.
Soygunu bilip de ses etmeyenlerden de... 
Soygunu bilip de yan cebime koy diyenlerden de... 
İstediğin kadar din sömürüsü yap, Allah'ı mı kandıracaksın?
Hadi be!.. 
Sizi gidi küçük insanlar sizi...  

Çürük Hamsi! 
Cebinden sana ait olmayan paraları çıkarıp da sokaklarda ona buna bol kepçeden dağıtmandan belliydi bu işte bir pislik olduğu. Kazandığını dağıtmadığın o kadar açıktı ki! Seni taklit eden birkaç bakanın daha vardı. 

En şaştığım insanlar da koskocaman, kerli ferli, dıştan bakınca "İşte adam gibi adam!" diyebileceğin kişilerin Erkan Yolaç'ın "emme basma tulumbası"ndan öte bir şey olmadıklarının ortaya çıkması. Benim bakanım benim polisim diye saymaya başladığında kızardım. Kızardım ama artık hak veriyorum. 
Evet evet senin bakanlarından söz ediyorum. 
Hatta milletvekili denen senin vekillerinden de... 
Ne desen el kaldıran ne desen boyun eğenlerden... 

"Bir çıkar uğruna Ya Rab
Ne cehennemlikler doğuyor!"
Tek istisnası vardı onların. Abdüllatif Şener! Allah ondan razı olsun.

Hırsızlıklara bahane bulamıyorlar da rüşvet konusunda ilginç bir savunma şekli geliştirme gayretindeler. 
Rüşvet paraları özel kişilere aitmiş, devlet soyulmamış. 
Pışşık!..
Al rüşveti, elli kuruşluk yeri ver 1 kuruşa; al rüşveti 10 kuruşluk yeri ver 5 kuruşa, sonra imar planını değiştir yeniden cukka; hem sana hem devlet malını sattırdığına... Yazının başındaki gibi tekrar cep işi...
Recukka!..

*Ey La Kapo De La Ŝtelistoj!: Vi Venis Vi Vidis Vi Ŝtelis!
                          Ey Hırsızların Başı: Geldin, Gördün, Çaldın! (Esperantoca)

Günay Tulun